Röportaj: Mehriban Eylül Giriftinoğlu, Öykü BozkurtMusa Özuğurlu, gazetecilik mesleğine 1980’lerin sonunda başladı. Otuz yılı aşkın süredir özellikle Orta Doğu ve savaş bölgelerinde görev alarak sahadan haberler aktaran Özuğurlu, Suriye iç savaşından Arap Baharı’na kadar birçok kritik gelişmeye tanıklık etti. Savaş, toplum ve medya ilişkisi üzerine kaleme aldığı yazılarıyla tanınan deneyimli gazeteci; aynı zamanda çeşitli üniversitelerde …
Röportaj: Mehriban Eylül Giriftinoğlu, Öykü Bozkurt
Musa Özuğurlu, gazetecilik mesleğine 1980’lerin sonunda başladı. Otuz yılı aşkın süredir özellikle Orta Doğu ve savaş bölgelerinde görev alarak sahadan haberler aktaran Özuğurlu, Suriye iç savaşından Arap Baharı’na kadar birçok kritik gelişmeye tanıklık etti.
Savaş, toplum ve medya ilişkisi üzerine kaleme aldığı yazılarıyla tanınan deneyimli gazeteci; aynı zamanda çeşitli üniversitelerde seminerler veriyor, medya etiği ve habercilik üzerine konuşmalar yapıyor.
Musa Özuğurlu’ya bu samimi ve derin sohbeti için teşekkür ederiz.

– 30 yıl boyunca sahada habercilik yaptınız. O yıllardan sizi hâlâ etkileyen bir an var mı?
Suriye’de olayların başladığı dönemde, Şam’daki ilk gösteriyi takip etmiştim. O zamana kadar “Suriye’de gösteri olmaz” denirdi. Hem halk hem yönetim buna inanıyordu. Ancak yaklaşık 50 kişilik o küçük grup aslında büyük bir dönüşümün işaretiydi. Yıllar sonra Esad devrildi, ülke savaşa sürüklendi. O gün orada tanık olduklarımız, çok daha büyük bir felaketin habercisiydi. Meslek hayatımın en kritik anlarından biriydi.
– Savaş ve kriz bölgelerinde olmak özel hayatınızı nasıl etkiledi?
Çok fazla etkiledi. Ailemden uzakta yaşamak zorundaydım. Bu meslek tamamen konsantrasyon gerektiriyor; çatışma bölgesinde aileyle birlikte yaşamak imkânsız. Sürekli olağanüstü bir duruma hazırlıklı olmak gerekiyor. Bu yalnızlaşmayı getiriyor. Türkiye’ye döndükten sonra bile uzun süre sert bir ses duyduğumda irkiliyordum; patlama mı, kurşun sesi mi diye düşünüyordum. İnsanlarla ilişkilerimi yeniden kurmakta zorlandım. Savaş, insanın duygusal reflekslerini bile değiştiriyor. Artık şiddet gördüğümde bile sadece izliyorum. Bu bir kanıksama haline geldi.
– Çatışma bölgelerinde şahit olduğunuz, “Dünya bunu bilmeli” dediğiniz bir olay var mı?
Evet. 2016 Haziran’ında Suriye’de bir askeriye basılmıştı. “Barışçıl” olduklarını söyleyen göstericiler, aslında insanları katletmişlerdi. Üç gün sonra koku yayılmaya başlayınca bölgeye gittik. Gerçek anlamda bir “kan gölü” gördüm. Savunmasız birliğe saldırmışlardı. Olayın Batı basınında tam tersi yansıtıldığını görmek beni çok etkiledi. Yakındaki bir Alevi köyünde genç bir kıza toplu tecavüz edilmişti. Köylüler feryat figan yaşadıklarını anlattı, biz de kayda aldık. Fakat o dönem bu anlatılar dikkate alınmadı. Eğer dünya bu gerçekleri bilseydi, belki Suriye halkı bugün bu kadar acı çekmiyor olurdu.
– Şimdilerde Savaş Karşıtı Filmler Festivali’nde jüri üyesisiniz. O süreç nasıl gelişti?
Spartaküs Kültür Merkezi’nde bir söyleşim olmuştu. Sonrasında festival ekibi, savaşı yaşamış birinin filmleri nasıl okuyacağını merak etti. Başta kabul etmek istemedim çünkü sinema benim alanım değil. Ama sonra fikrimi değiştirdim. Filmlerin bana aktardığı duyguların yaşadıklarımla örtüşüp örtüşmediğini görmek istedim. Filmleri bir sinemacı olarak değil, yaşamış biri olarak değerlendireceğim.
– Otuz yıllık bir meslek geçmişiniz var. Genç Musa ile bugünkü Musa aynı masaya otursa birbirlerine ne sorarlardı?
Genç Musa, mesleğin felsefi temellerini anlamaya çalışırdı. Biz okullu değiliz; usta-çırak ilişkisiyle yetiştik. “Sen ne yapmak istiyorsun? Bu mesleği neden seçtin? İnsanlara neyi anlatmak istiyorsun?” diye sorardı. Bugün gençlere de ironik yaklaşmaya çalışıyorum, çünkü gazeteciliğin anti-düşünceye ihtiyacı var.

– Genç bir gazeteci sizden meslekte ayakta kalmak için üç öneri istese neler söylerdiniz?
Birincisi, gerçeklikten kopmamak. İkincisi, çok geniş bir kültür birikimi edinmek; felsefeden dine kadar her konuda bilgi sahibi olmak gerekiyor. Üçüncüsü, bir konuda uzmanlaşmak. Bu üçü olmadan gazetecilikte kalıcı olmak mümkün değil.
– Bugün sosyal medyada gazeteciler kadar “yorumcular” da var. Haberle yorum arasındaki çizgiyi korumak mümkün mü?
Aslında her gazeteci bir noktada yorum yapar. Önemli olan, bunun gerçeklik zemininde olması. Bizdeki sorun, kimlerin yorum yaptığı. Youtube’da alıcısı çok olduğu için herkes konuşuyor. Oysa tecrübeli bir gazeteci, her konuda yorum yapmaz. Yorum bile olsa bilgiyle, kaynakla desteklenmelidir. Objektif gazetecilik yoktur; her haberde az da olsa yorum bulunur.
– Türkiye’de medya dengeleri hızla değişiyor. Önümüzdeki beş yıl için öngörünüz nedir?
Artık herkes bir haber kaynağı haline geldi. Cep telefonlarıyla anında milyonlara ulaşabiliyoruz. Bu, haberlerin fetişleştiği bir dönemi getirdi. Herkes hem haber üreticisi hem haberin kendisi oldu. Teknik imkânlar geliştikçe bu dönüşüm devam edecek.
– Son olarak, yarına dair en büyük umudunuz nedir?
Geçtiğimiz günlerde bir kampta, Suriye üzerine konuştum. Ortadoğu’da bir rönesans yaşanacağına inanıyorum. Cep telefonları dünyayı küçük bir mahalleye dönüştürdü. Gençler artık çok daha erken yaşta bilgiye ulaşabiliyor. Son gösterilerde liselilerin bile öncü olduğunu gördük. Bu çürümenin içindeki yeni filizler bana umut veriyor.







