Zeigarnik Etkisi: Yarım Kalmışlık Hissiyatı
Yazı: Zeynep Canik
Hayatımızda başlayıp biten pek çok şey olduğu gibi, başlayıp yarım kalan şeyler de var. Yarım kalan şeylerin üzerimizdeki etkisi ise kendileri kadar yarım olmuyor maalesef. Bir şey başlamadıysa bitmez derler. Ben ‘yarım kaldıysa bitmez’i de ekliyorum bu listeye. En azından kendi içimizde. Sahip olduğumuz şeylerin alışkanlık halini alarak sıradanlaşmasının aksine, yarım kalan şeyler sürekli kendini hatırlatma eğiliminde. Tamamlanmış olsalar, belki bu hallerinin çeyreği kadar bile bizi etkileyemeyecek şeyler; yakamızdan düşmek bilmiyorlar. Olasılıklar olanlardan daha fazla yer ettiğinden, her yeni olasılık fikrinde kafamızda yeniden, yeniden ve yeniden yazılıyorlar. Buna psikolojide Zeigarnik etkisi diyoruz. Sovyet psikolog ve psikoterapist Bluma Zeigarnik tarafından keşfedilen bu etki: İnsanların tamamlanmamış şeyleri daha fazla hatırlama eğiliminde olduğunu iddia ediyor. Çünkü zihnimiz, tamamlanmamış işleri bir sorun olarak görüyor ve çözmek için sürekli hatırlatıyor. Tamamlanmış işler ise zihnimiz için bir sorun olmadığından, daha kolay unutuluyor. Yapılacaklar listemizdeki görevler gibi düşünelim, tamamladığımıza göre artık üzerini karalayabiliriz. Ama tamamlanamayanlar? Onlar bir vicdan azabı halinde; listeye her bakışımızda bize göz kırparlar.
Zeigarnik etkisinin hayatımızda pek çok örneği var. Mesela, neden bittiği dahi bilinmeyen bir ilişkimiz varsa, bu ilişkiyi kafamızda farklı senaryolarla tamamlamaya çalışırız. Bununsa asla sonu gelmez; çünkü olasılıklarımız sınırsızdır. O eksik kalmışlık hali hikâyeyi bitirmenin tersine, sonsuzlaştırır. Sonunuz olmadığından; birçok sonunuz olabilir artık. Bu yüzden, yarım kalan ilişkiler bizi bitenlerden daha çok meşgul eder. Ya da platonik olarak nitelendirdiğimiz karşılıksız aşklarda görebiliriz bunu. Stefan Zweig’in Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu romanını düşünecek olursak; ünlü bir yazar olan R’ye mektup yazan kadının yaşadığı platonik aşk, kadının ölümüyle son bulur. Kadın, R’yi ilk gördüğü andan itibaren ona tutkuyla bağlanır ve onunla ilgili hayaller kurmaya devam eder. Ancak R, kadını hiç tanımaz ve onunla sadece birkaç kez tesadüfen birlikte olur. Başlayamamış bir ilişki, yarım kalmış bir ilgi vardır ve kişi bunu hayallerindeki sınırsız olasılıklarla yaratır kendine. Devamında arzu ettiği aşk gerçekleşse bile bu sınırsız olasılık dünyasına alışmışlığından; istediği tatmine ulaşamaması olasıdır.
Yarım kalmışlığı gördüğümüz bir başka alan da filmlerdir. Bitirdiğimizde kafamızda tamamlanmış bir hikâye bırakan filmler, bize bir son verir. Ama sonunu yoruma açık bırakan filmler, bize bu sonu vermez. Film bitse bile hikaye bitmediğinden, kafamızda teoriler üretip düşünmeye devam ederiz. “Başlangıç” filminden örneklendirmemiz gerekecek olursa, sonunda ana karakterin gerçeklikle rüya arasında kaldığını göstererek bize bu soruyu sorar: Acaba gerçekten uyandı mı yoksa hala rüyada mı? Bu soru, filmi izleyenlerin kafasında farklı cevaplar bulmasına neden olur. Böyle sonu olasılıklar içeren filmler üzerimizde devam eden bir etkiye sahiptir. Hangi biçimdedir acaba? Öyle mi olmuştur, öbür türlü mü? Kafamızda buna dair teoriler üretip düşünürüz. Film bitse bile hikâye bitmediğinden, düşünme sürecimiz de bitmemiş, tıpkı film gibi ucu açık ve sürekliliğe sahip olur.
Zeigarnik etkisi, yarım kalan şeylerin bizi rahatsız etmesine neden olabilir; ancak bu etkiyi olumlu yönde kullanmak da mümkündür. Önemli olan, bu etkiyi kontrol altında tutmak ve yeri gelince yarım kalan şeyleri bitirmek için çaba göstermeyi, yeri gelince de kabullenmeyi bilmektir. Hayatın akışı içinde başlayan ve biten pek çok şey vardır. Ancak bazen başlayanlar bitmez, bitenler de başlamaz. Bu durumda zihnimiz bize oyunlar oynayabilir. Yarım kalan şeyleri unutamayabilir, biten şeyleri yeniden canlandırmaya çalışabiliriz. Bu süreçte olasılıkların sonsuzluğu bizi cezbeder; ama aynı zamanda da tutsak eder. Zeigarnik etkisini doğru kullanmayı başarırsak, hayatımızda eksikliğe değil, bütünlüğe odaklanabiliriz.