Sefa Tantoğlu: Tiyatro, hayatıma girdiği andan itibaren dünyam şekillenmeye başladı.
röportaj: Dilara Yiğit
Lisans eğitimini tiyatro üzerine tamamladıktan sonra başta Akasya Durağı olmak üzere çeşitli projelerde yer aldı. Eğitmenlikten dublaj sanatçılığına, oyunculuktan tiyatroya kadar pek çok alanda zengin bir birikime sahip olan Sevgili Sefa Tantoğlu ile projeleri ve tecrübeleri üzerine konuştuk. Bize vakit ayırıp sorularımızı cevapladığı için kendisine teşekkür ederiz.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Tiyatro eğitiminizi tamamladıktan sonra başta Ortaoyuncular olmak üzere pek çok tiyatroda yer aldınız. Tiyatroyla nasıl tanıştınız? Sizi tiyatroya bağlayan en önemli etken nedir?
Tiyatro ile lise yıllarımda tanıştım. O zamanlar edebiyat öğretmenlerimiz bir oratoryo hazırlıyorlardı. Beni de Mustafa Kemal Atatürk rolü için düşünmüşlerdi. Daha lisenin ilk yılından tiyatro serüvenim başlamış oldu. İşin içine girdiğimde (çocukluğun da vermiş olduğu heyecanla) sahnenin büyüsüne çoktan kapılmıştım. Sadece ne yaptığımın farkında değildim. İlerleyen yaşlarda bu konuda daha çok bilinçlendim. Bu beni iyice tiyatroya bağladı.
Tiyatro, hayatıma girdiği andan itibaren dünyam şekillenmeye başladı. Aslında pencerem daha çok açılmaya başladı çünkü kendinizi bu konuda çok donatmanız gerekiyor. Tiyatro ile daha çok haşır neşir olabilmek ve derdinizi, insanlığa daha çok anlatabilmeniz için gelişime açık olmalısınız. Bu yüzden orada her karaktere bürünüp derdinizi bu karakterler üzerinden anlatabilme becerisi, beni gerçekten tiyatroya aşık eden bir unsurdu. Kendimi, hislerimi duygularımı tanımak da işin cabası.
Kanal D’de yayınlanan Akasya Durağı’nda ‘’Güven’’ karakteriyle yer aldınız. Böylece geniş bir izleyici kitlesine hitap ettiniz. Bu yapımda yer almak kariyerinizi ne yönde etkiledi?
Akasya Durağı, benim için çok keyifli bir dönemdi. 2008’de konservatuardan mezun olduğumda bu iş bana gelmişti. O zamanlar dizi daha başlamamıştı. Ben yolumu biraz daha tiyatro üzerinden sürdürmek istiyordum, yeni mezun olduğum için. O zaman İstanbul Devlet Tiyatroları, Fareler ve İnsanlar üzerinden bir audition açmıştı ben de bu oyunda ‘’George’’ karakterini oynama şansı yakalamıştım. Bu şansı da geri tepmeyi hiç istemiyordum. ‘’Nasıl olsa bir gün dizi yaparım’’ deyip geçiştiriyordum.
Akasya Durağı teklifini reddedip İstanbul Devlet Tiyatroları’na girdim. Ardından Ortaoyuncular’da oynarken, yanılmıyorsam 2012’de, Akasya Durağı teklifi tekrar geldi. Son sezonunda diziye dahil oldum. Orada müthiş arkadaşlıklar edindim. İlk başta biraz çekinerek gittim çünkü 4 yıldır izleyicisi ve kadrosu oturmuş bir diziydi. Bütün karakterler birbirlerini tanıyorlar, her şey otomatikleşirmiş ve düzenli bir şekilde ilerliyor. ‘’Ben nasıl dahil olacağım?’’ endişesi taşırken beni de hemen aralarına aldılar. İlk birkaç günden sonra sanki ben de yıllardır Akasya Durağı’nda oynuyormuşum gibi hissettim. Bulunduğunuz ortam rahat ve kabullenici bir yerse bütün yeteneklerinizi sergileyebiliyorsunuz. Ben de elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. O dizide oynarken çok eğleniyordum, keyif alıyordum. Bunun da seyircideki yansımasını çok kısa sürede gördüm.
Dizinin bitmesinin üstünden yaklaşık 10 sene geçti ama yolumu çevirip fotoğraf çektirenler, benimle konuşup tanışmak isteyen insanlarla karşılaşıyorum. Bu tabi ki mutluluk verici. İnsanların o karakteri sevmiş olması ve hala akıllarında tutuyor olmaları güzel bir his. O zamanlar küçücük olan çocuklar şimdi kocaman insanlar olmuşlar ve ‘’Ben sizi izleyerek büyüdüm’’ şeklnde geri dönüşlerle gelmeleri çok kıymetli bir durum.
Cemal Reşit Rey Güzel Sanatlar Lisesi’nde Tiyatro öğretmeni olarak görev yaptınız. Eğitmenliğin, oyunculuğunuza katkıları oluyor mu? Teori ve pratiği bir arada yürütmenin sağladığı faydalar var mı?
Eğitmenliğe aslında kendi üniversitemde başladım, Mimar Sinan’da. Sonrasında Zeliha Hoca okulda kalıp akademisyen olmamı istedi. Ben de bunu bir yıl denedim aslında. Fakat çok gençtim ve iş, tiyatro, dizi dünyası çok fazla vaktimi alıyordu. Bu yüzden üniversitedeki mesleğime devam etmek istemedim. Eğitmenlik benim için bir yan dal gibi ilerliyordu. Oyunculuğun verdiği tüm birimleri kullanmaya çalışıyorum. Dublajdan eğitmenliğe kadar. Eğitmenlik, kendimi geliştirmeyi ve insanların hayallerine dokunduğumu fark ettiğimde benim için vazgeçilmez unsurlardan biri oldu.
Cemal Reşit Rey’de ise lise eğitmenliğini tecrübe ettim. Orada Tiyatro Bölüm Başkanlığı yaptım. Çocuklarla beraber tiyatro üzerine konuşup, tiyatro çalışmak benim de ufkumu çok açtı. Onların baktığı pencereden bakmayı unutmuşum. Aktörler büyüdükçe, dünyanın da getirmiş olduğu kirlilikle büyüyorlar. O kirlilikten arınmak, doğallığı yakalayabilmek için daha çok uğraş veriyoruz. Çocuklar kendi doğallıklarında büyük bir rahatlıkla kendilerini ifade edebiliyorlar. Bu yüzden benim en beğendiğim ve öğrenmeye çalıştığım şey aslında kendi çocukluğuma geri dönebilmekti. Bu beni çok geliştiren bir olguydu. Teori ve pratik zaten bir arada olmasa olmaz. Sizin salt bir yeteneğiniz teori ile yani entelektüel bir altyapı ile birleşmiyorsa çok fazla işiniz yarayabilecek bir durum değil. Bunu bir elmas gibi düşünün, elması parlatmadığınız zaman pür haline ulaşmıyor. Bu yüzden de tek başına pratik ya da teori bir oyuncu için yeterli olmuyor. Oyuncu dediğimiz kişi düşünce ve duygu sistemini aktarabilen insandır.
Dizi ve tiyatro oyunlarının yanı sıra çeşitli markalar için reklam filmlerinde de yer aldınız. Diğer çalışmalarınızdan biraz daha farklı olarak rol aldığınız bu projeler size nasıl bir deneyim kazandırdı?
Reklamlarda oynamak benim için hep çok zevkli olmuştur. Şu an sayısını hatırlamadığım kadar reklam filmi çektim. Birçok önemli oyuncu ile oynama fırsatı yakladım. Reklamlar, spot ve kısa işler olduğu için çok keyifli geçiyor. Yani bir tiyatro ya da dizi kadar hazırlık yapmanız gerekmiyor. Totalde bir günde bitirdiğiniz bir iş. Öncesinde Çalıştığınız bir durum çok fazla olmuyor. Reklamda oynarken o an yarattığım şeyleri daha çok seviyorum. Öncesinde prova yapmaktansa ‘’andaki’’ doğallık beni daha çok etkiliyor. Tabi ki eğlenceli olması, kısa sürede bitmesi de bir avantaj sağlıyor. Orada farklı dünyaların içinde değişik enerjilerde olduğumdan mütevellit yapmaktan çok büyük keyif aldığım yan dallarımdan biri.
2009’da Arda Kanpolat Oyunculuk Ödülü’nün sahibi oldunuz. Sanat yaşamınız boyunca benzer başarıları elde ettiniz. Başarılarınıza idol olan bir isim var mı? Bu yolda sizi etkileyen unsurlar nedir?
İstanbul Devlet Tiyatrosu’na girdiğim yıl ‘’Fareler ve İnsanlar’’ oyunundaki ‘’George’’ karakteri ile aldım, Arda Kanpolat Oyunculuk Ödülü’nü. Aslın bakarsanız çok anlamlı bir ödül. Trajik bir şekilde kaybettiğimiz bir oyuncu adına verilen son zamanlardaki önemli ödüllerden biridir. Bu ödülü elde etmiş olmak benim için çok gurur verici.
Ynısıra idol olarak adlığım bir oyuncu yok. İyi oyuncuların hepsinden beslenmeye çalışırım. Örnek aldığınız, idol olarak benimsediğiniz biri var mı? derseniz, aslına bakarsanız yok. Bence her oyuncu biriciktir, o oyunculardan beslenmek ve faydalanmak gerektiğini düşünüyorum. Tapmak değil.
Geçtiğimiz yıl ‘’Şahları da Vururlar’’ oyunuyla beraber 42 yıl sonra yeniden perde açtınız. ‘’Şahları da Vururlar’’ın Ortaoyuncular için önemi nedir? Tarihi olaylar tiyatronun şekillenmesinde nasıl bir rol oynamaktadır?
‘’Şahları da Vururlar’’ oyunu 42 yıl sonra yeniden seyirci ile buluşuyor. Benim çocukluğuma hatta doğmadan önceki dönemime denk gelen bir oyun. Hatta ustamdan da bu oyunu izleme fırsatım olsaydı. Şu an onun yazmış olduğu, Şahları da Vururlar oyununda, onun oynadığı rolleri sergilemek benim için müthiş bir gurur kaynağı. Bu anldam üzerime düşen görevi en iyişekilde yerine getirmeye çalışıyorum. Sadece ben değil ekip arkadaşlarım da müthiş bir pergormans sergiliyorlar. Bu oyunun gelip izlenilmesi aynı zamanda orataoyuncular’ın ilk oyunu olduğu için de önemli. O zaman da kapı baca yıkan bir oyundu.
Böyle bir oyunda yer alıyor olmak çok keyifli. Bu oyunun provalarını yaparken böyle bir aksiyonla karşılaşacağımızı düşünmüyorduk. Tabi ki bu oyunu bekleyenler, ‘’Ferhan Şensoy’un rolünü kim oynuyor?’’ diye merak edenler vardı. Bu anlamda sorumluluğumun ne kadar büyük olduğunun farkındaydım. Umarım bunu başarmışızdır. Şu ana kadar gelen seyircilerimiz çok güzel dönüşlerde bulundular. Yeni sezonda da yine izleyicilerimizle buluşmaya devam edeceğiz. Bu sezonun da çok keyifli ve güzel geçmesini diliyoruz.
Bu oyun bizim için gerçekten çok kıymetli. Tarihi oyunlar, toplumların hafızalarını yansıtır. Sadece bizim için değil dünyanın çoğu toplumu için bu böyledir. Unutkan varlıklarız. Bazı olayların, gelişmelerin ve durumların hatırlatılmaya ihtiyacı vardır. Tarihten ders alınsın ve yeniden aynı şeyler yaşanmasın diye. Görevlerimizden biri de bu. Üzücü tarafı ise hiçbir şeyin değişmemiş olması fakat bu bizim insanlara bir şeyler anlatma gayemizden ödün vermemiz gerektiği anlamı gelmiyor. Bu yüzden tarihi sorumluluğu yeniden canlandırarak, insanlara anlatarak bir yol çizmelerini amaçlıyoruz. Ya da en iyi ihtimalle hatırlamalarını…
Geçtiğimiz yıl Fox TV’de yayınlanan ‘’İyilik’’ adlı televizyon dizisinde seyirciyle buluştunuz. Şu anda devam eden projeleriniz var mı? Başta tiyatro olmak üzere sanatseverleri neler bekliyor?
‘’İyilik’’ uzun bir aradan sonra yaptığım televizyon işiydi. Televizyona reklam dışında bir şey yapmadım. Daha çok tiyatro ve eğitmenlikle haşır neşirdim. ‘’İyilik’’ geldiğinde projeyi çok sevdim. Zaten MED Yapım ve Fatih Aksoy’u çok severim. Onlarla çalışma fırsatım olduğu için de sevinçliyim. Sette çok güzel arkadaşlıklarım oldu. Bu benim için değerli bir şans. Bundan sonrası için yeniden televizyon için bir şeyler yapmak istiyorum ama doğru proje ve zamanlamanın inancındayım. Bu yüzden her gelen projeye atlamak yerine içime sinen ve keyif alabileceğim bir çalışma ile karşılaştığımda o işi yapmak isterim.
Tiyatro ise ‘’Şahları da Vururlar’’ bu sezonda da devam edecek. Yeni bir şey henüz yok. Zaten yapacak fırsatım da olmaz. ‘’Şahları da Vurular’’ şu an için tek gerçeğim.
Sinema, dizi, tiyatro oyunculuğu derken seslendirme sanatçılığı da yapmaktasınız. Oyunculuk dışında seslendirme yapma fikrini siz de uyandıran şey neydi?
Seslendirme yapmayı çok seviyorum. Oyunculuğun tüm dallarında var olmayı seven biriyim. Bu beni diri tutuyor. Meraklı bir kişiliğim olduğu için de ‘’Bu nasılmış?’’ ya da ‘’Bunda ne varmış?’’ gibi hallerle girişiyorum. Zaten tiyatroya, seslendirmenliğe ve eğitmenliğe de böyle başladım. Reklam seslendirmesi, dublajı yapmayı çok seviyorum çünkü onlar daha spot ve eğlenceli oluyor. Sesiniz ile karakterden de karaktere girebiliyorsunuz ya geçiş yapabiliyorsunuz. Bunun için de günlerinizi, haftalarınızı ayırmanıza gerek yok. Görsel bir durum olmadığı için sadece saatlerinizi ayırarak işin keyifli geçmesini sağlayabiliyorsunuz.
Yıllardır hem sahnede hem de beyaz perdede yer alan kıymetli bir isimsiniz. Edindiğiniz deneyimler doğrultusunda hem Kültür Sanat Duvarı okuyucularına hem de genç sanatseverlere söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Kültür Sanat Duvarı okuyucuları ve genç sanatseverlere ilk söyleyeceğim şey ‘’Tiyatro iyileştirir’’. Bu yüzden tiyatronun ya da sanatın herhangi bir dalının neresinden bulaşırsanız bulaşın ama mutlaka bulaşın. Kendini kötü hisseden ya da tanımak isteyen insanlara tavsiyelerim hep bu yönde oluyor. Tiyatro eğitimi alın. Oyuncu olmak zorunda değilsiniz. Bir eğitim almaya gittiğinizde bu sanat dalına yönelmenizi rica ederim. Tiyatro ruha ve zihne iyi gelen bir sanat dalıdır. Kişinin kendisi ve duyguları ile tanışmasını sağlar. Bu yüzden naçizane tavsiyem, oyunculuğu bir meslek olarak düşünmeseniz bile kendinize bir şans verin ve tiyatro ile biraz haşır neşir olun. Bu tatlı röportaj için çok teşekkür ederim. Duygu ve düşüncelerimi ifade etmemde bana şans tanıdığınız için de ayrıca teşekkür ederim.