Ender Mıhlar: Donanımlarımızı dolu tutmalıyız.
Röportaj: Mehriban Eylül Giriftinoğlu, Dilara Yiğit
Küçük yaşlardan beri ilgi duyduğu sinema alanında lisans eğitimini tamamladıktan sonra çeşitli dizi ve filmlerin yönetmenliğini yürüttü. Sevgili Ender Mıhlar ile projeleri ve deneyimleri üzerine konuştuk. Bize vakit ayırıp sorularımızı cevapladığı için kendisine teşekkür ederiz.
Lisans eğitiminizi Yeditepe Üniversitesi’nde Sinema-Televizyon üzerine tamamladınız. Sizi bu alana yönlendiren en önemli etken neydi? Biz mesleğinizle olan ilişkinizden bahseder misiniz?
Öncelikle 6 yaşındayken İzmir’de Konak sinemasında izlediğim “Rambo” sinemayla tanışmamı sağladı diyebilirim. Sonrasında ilkokul yıllarımda “Şaka Yapma” filmini izledim. Zeki Alasya’nın oynadığı karakterin, 2 haftalık ömrü kaldığı haberiyle geçen bu filmden çok etkilenmiştim. Filmin sonuna kadar çok ağlamıştım. Bu etkiyi o zaman hissettiğimde, sinema ve filmlerin insan üzerindekini etkisini fark edince yönetmen olmaya karar verdim. Sektöre girdikten sonra da Zeki Alasya ile 62 bölüm Akasya Durağı’nda çalışma fırsatı buldum, hatta ona da bu hikâyeyi anlatmıştım. Yönetmenlikle olan ilişkim gerçekten çocukluğuma dayanmakta çünkü ‘Sinema Bir Mucizedir’ lafına inanan bir çocukluk geçirdim. En temelinde beni sinemaya yönlendiren şey görsel sanatların insanlar üzerindeki etkisidir.
Son projeniz Arak-Kara ile birlikte pek çok dizinin yönetmenliğini yaptınız. Benzer türdeki geniş çaplı projeleri yönetmek kariyerinizi ne yönde etkiledi?
Çalıştığımız her projenin üzerimizdeki etkisi, bir sonraki proje ve yolculuk için tecrübe ve deneyim olarak ekleniyor. O yüzden projeleri çok ayırt etmiyorum hatta bazen başarısız projelerin bile daha çok katkı sağladığını düşünüyorum o yüzden hepsi benim bebeklerim diyebilirim J
Dijital platformlardaki içerikler için de zaman zaman yönetmenlik yapıyorsunuz. Dijital platformlar izleme alışkanlığımızı nasıl etkiledi? Televizyon dizilerine olan ilginin yerini dijital platformlar alabilir mi?
Dijital platformların Türkiye’de olduğu gibi dünyada da tüketim hızının artışı sonucu ortaya çıktığını düşünüyorum. Tüketim toplumunun tahammülü az olduğu için saatlerce televizyon başında oturmak yerine 20-40 dakika arası projelerle dolu olan bir dijital platforma yöneliyor. Ulusal kanallarda proje süreleri 140 dakika ve üzerinde. İzleme alışkanlığımızın ciddi anlamda etkilendiğini ve değiştiğini şuradan görebiliyoruz; bugün ulusal kanallardaki dizilerin Youtube izlenme oranları, geçmişe göre 4-5 kat arttı. İzleyici artık çabuk sıkıldığı ve durdurup ya da bölerek izleme gibi avantajlar uzun süreli konsantrasyon gerektirmediği için tercihini bu yönde kullanmaya başladı. Dijital platformlara olan ilgi tabi ki çok artmış durumda fakat Türkiye’nin genelini düşündüğümüz zaman televizyonun, ana akım medya, ulusal kanallar adına ne dersek diyelim, her zaman lider olarak devam edeceğini ve en çok izlenmeye ulaşacağını düşünüyorum.
Önemli bir çıkış yakalayan “Saygı” dizisinin yönetmenliğini yürütmektesiniz. “Saygı” toplumsal anlamda neyi anlatmaya çalışıyor?
Adından mütevellit “Saygı” dizisi toplumumuzun giderek saygısızlaşmasına parmak basmak üzerine yapılmış bir proje. Yere çöp atandan tutun da sosyal medyada hakaret yağdıranlara, hayvanlara eziyet edene, kadın cinayetlerine varana kadar toplumun yozlaşması ve saygısını kaybetmesi üzerine, Ercüment Çözer ve 2 tane duyarlı gencin bir duruş sergiledikleri ve pek tabi bunu hukuki olmayan yöntemlerle yaptıkları bir iş. Tabi ki ülkemizde hukuki yollarla bu yozlaşmanın önüne geçilmesini temenni etmekteyim.
Eğitim döneminizin bir kısmı İzmir’de geçmiş. Fakat daha sonrasında İstanbul’a geldiniz. İstanbul’a gelmenizdeki en önemli sebep neydi? Bu durum şu ana kadar size ne yönde fayda sağladı?
Karşıyaka’da doğup büyümemin haricinde İzmir gerçekten de son derece keyifli ve yaşanılası bir şehir, fakat Sinema TV üzerine ne yazık ki orada bir sektör bulunmadığı için mecburen İstanbul’a geldim. Bu mecburiyet daha okurken kamera, kurgu ve yönetmenlik asistanlığı üzerine birçok staj imkânı bulmama vesile oldu. Dolayısıyla hem okullu hem de alaylı bir şekilde sektörde var olmamı sağladı.
‘’Şansımı Seveyim’’ ve geçen yıl izleyici ile buluşan “Seni Görüyorum” adlı sinema filmlerinin yönetmenliğini yaptınız. Dizi ve sinema yönetimi arasında farklar var mı? Çekimler konusunda süreç nasıl işliyor?
Yönetmenliğin birçok dalı var, şanslıyım ki çoğunu da deneyimleme imkânı buldum. Klip, reklam, ana akım dizi, sinema ve belgesel yönetmenliği yapmış biri olarak söyleyebilirim ki bunların hepsi de farklı uzmanlık alanları. Ana akım televizyonda dizi ve sinema filmi farkını en basit şekilde açıklamak gerekirse; dizide 1 haftada ortalama 140 dakika ve 100 sayfalık senaryo çekerken, sinemada ise ortalama 4-8 hafta içerisinde 100 sayfalık senaryo ve ortalama 120 dakika çekiyoruz. Bu sebeple süreç, tamamen nitelik ve çalışma koşullarının farkı şeklinde ortaya çıkıyor.
Yönetmenliğinizi güçlendirmek için daha çok neler yapıyorsunuz? Yönetmenliği besleyen unsurlardan bahseder misiniz?
Yönetmenliği güçlendirmenin en temelinde yatan şeyin; kişinin kendi bilgi, kültür ve sosyal yeteneklerini (örneğin; yabancı dil bilmek, yurtdışında farklı yerler gezmek ve farklı kültürleri deneyimlemek, at binmek gibi) güçlendirmek olduğuna inanıyorum. Çünkü günün sonunda yönetmen kişisi sete de, ekrana da kendinden çok büyük bir parça sunuyor. Bu sebeple bireyin kişisel ve kültürel gelişimi yönetmenliğin gelişimini de etkiliyor.
Sizinle aynı hikâyeyi paylaşmak isteyen genç yetenekler var. Onlara bu noktada verebileceğiniz tavsiyeler var mı?
Öncelikle bir önceki soruda cevapladığım gibi kişinin kendi bireysel gelişimi çok önemli. Donanımlarımızı ve bagajımızı sağlam ve dolu tutmalıyız. Küçük yaşlardan itibaren başlayan eğitim sürecimizde bireysel olarak felsefe, psikoloji vs. gibi alanlarda kişinin kendini geliştirmesi çok önemli. Kişisel gelişimini tamamlamış ve hazır olan genç bireylere vereceğim en iyi tavsiye kararsızlığı bırakmalarıdır. Unutmasınlar ki en kötü kararlar bile kararsızlıktan daha iyidir. Karar versinler, denesinler. Başaramadıklarında da pes etmeyip, tekrar karar verip yeniden denesinler. İlerlemek istedikleri alanda kendilerini geliştirmek adına hiçbir fırsatı kaçırmamaları da çok önemli.
Yönetmenliğe gelen bu yolda benim montaj, kamera, ışık, ses asistanlıkları yapma sebebim babamın şu lafıdır; ‘Bir işin mutfağını bilmeden aşçılığa soyunma.’