Celal Belgil: Bugün Tiyatronun Koşulları Daha Zor
Röportaj: Mehriban Eylül Giriftinoğlu, Dilara Yiğit
Ortaoyuncular’da başlayan profesyonel tiyatro hayatı dizi ve filmlerle devam etti. Sanat yaşamı boyunca farklı tiyatrolarda yer alan Sevgili Celal Belgil ile kıymetli deneyimleri ve çalışmaları üzerine konuştuk. Bize vakit ayırdığı için kendisine çok teşekkür ederiz.
Tiyatroya henüz 12 yaşında İstanbul Şehir Tiyatroları’nda adım attınız. Bize tiyatronun sizin için taşıdığı anlamdan bahseder misiniz?
Aslında tam da adım atmış saymıyorum kendimi. Çocuk oyunlarının prova sürecinde bulundum. Bazı aksilikler oldu ve oyunu bir türlü oynayamadım. Ardından Elektrik İdaresi’ne girdim. Bir süre bu şekilde işime devam ettim. Arada çok uzun bir dönem var, 1968’den 1984’e kadar tiyatronun sadece izleyicisi oldum. Bu sayede Ferih Egemen ile tanıştım. Şehir Tiyatrosu’nda birçok önemli ismin yetişmesine imkân tanıyan kıymetli bir isimdi. Bir buçuk ay kadar provaya gittim. Hatta başrolde Şener Şen vardı. Şener Şen insanların kralını, ben de hayvanların kralını oynuyordum, oynayacaktım daha doğrusu. Orada yine bazı önemli oyuncular vardı. Örneğin Türker Tekin bunlardan biriydi. Bana ‘’Bak Celal şu kısmı böyle yapsan daha iyi olur.’’ dedi. Benimle bu şekilde ilgilenince şunu anladım, demek ki ben de bir istidat var, diye düşündüm. Öyle büyük bir ustanın bana yol göstermesi çok önemli. Netice itibariyle o süreç bu şekilde bitti.
Orada başta bir deneyiminiz oldu ama sonrası çok gelmedi ve biraz daha memuriyetle devam ettiniz.
Tabi ama iyi bir seyirciydim. Çok izlemeye çalışırdım. Mesela Dostlar Tiyatrosu’na indirimli kartım vardı. Şişli’de Ümit Tiyatrosu vardı, bütün oyunlarını seyretmişimdir. Başka tiyatroları da takip ediyordum. Bunların hepsi benim için güzel bir deneyim oldu. Sonra 1983’de Ferhan Şensoy’un nöbetçi tiyatrosuna girdim, Rasim Öztekin ve Turgut Ekiz sayesinde oldu. Halk eğitimde bizi çalıştırırlardı, Turgut Ekiz deneme sahnesinin başındaydı. Onların sayesinde amatör kadroda yer aldım, daha sonra 1984 yılında ‘’Hayrola Karyola’’ oyunu ile profesyonel oldum diyebilirim. Ardından birçok oyun ile devam ettim. Keyifli yıllardı…
Münir Özkul, Gazanfer Özcan ve Erol Günaydın gibi önemli ustalarınız oldu. Başta Ferhan Şensoy olmak üzere bu denli kıymetli isimlerle tiyatroya adım atmak size neler kattı?
Bir kere çok şanslıydım. Başka tiyatrolarda da çalışsaydım yine bir şeyler öğrenirdim ama hem yazarlığıyla hem yönetmenliğiyle ve kendi üslubuyla Türkçeyi kullanabilen kaç tane yazar sayabilirsiniz? Birçok yazar var ama Ferhan abi özeldir. Bu denli büyük bir yazar, yönetmen ve oyuncunun tiyatrosunda çalışmak hem oldukça zor hem de mükemmeliyetçilik gerektirirdi. Bende de vardır mükemmeliyetçilik takıntısı, hatta bazen Ferhan Abi ‘’Tamam bunu ben yazdım, oldu işte…’’ derdi, ben de ‘’Yok yok abi şurasında bir şey var.’’ derdim, kızardı. Yani bu biraz böyle bir iş. Birisi size her ne kadar ‘’olduğunu’’ söylese de siz eğer kendinizi beğenmiyorsanız bu tip olaylar gerçekleşebiliyor.
Tabi Erol ve Münir abi ile çalışma ihtimalim jenerasyon olarak mümkün değildi. Ancak onları sinemada veya bir yerlerde izleyebilirdim. Bu da yine Ferhan Şensoy sayesinde oldu. İstanbul’u Satıyorum oyunu ile geldiler, ben gözlerime inanamadım. Münir Özkul ve Erol Günaydın ile aynı sahnedesiniz, müthiş bir şey yani. Bu sanatın çok büyük ustaları. Onlarla çalışmak benim için müthiş bir deneyim oldu. Bu tiyatroda daha önce oynayan ustalardan da çok şey öğrendim. Nasıl espri satıyorlar, ne şekilde dinliyorlar?… Mesela Rasim Öztekin’i söyleyebilirim. Bu tiyatrodaki ustalarımdan biridir. Büyük bir şanstı benim için…
Ustalarınız da zaten genel olarak çok titiz çalışan insanlar.
‘’İyi bir şey yapma telaşı’’ olmasa bu işi yapmanın gereği yoktur. Öyle olmak başarıyı, her zaman olmasa da, getirir.
Ama bu bakış açısı o dönemde Türk tiyatrosunu bambaşka bir noktaya taşıdı.
Hayrola Karyola’dan sonra Eşek Arıları kadrosu vardı. Kaybettiklerimiz nur içinde yatsınlar, gerçekten çok kıymetliler. Ortaoyuncular’da çok kaybettiğimiz dostlarımız oldu. Bu tabi ki ben de bir travma yarattı, herkes de olduğu gibi. Buruk bir sevinç var. ‘‘Şahları da Vururlar’’ı oynayamasaydık çok daha fazla üzülürdüm. Çok şükür ki ikinci sezonumuzdayız ve her şey yolunda gidiyor. Ortaoyuncular’dan genç arkadaşlarımız olsun benim dönemimdekiler olsun hepsi çok başarılılar.
Zaten burası var oldukça onlar hep bu masada oturuyor olacak.
Artık yeni usta sizsiniz.
Estağfurullah herkes usta. Bu çok büyük bir yük bindirir bana. Ben kendi işimi ustalıkla yapmaktan yanayım.
Bu tip işlerde aslında herkes birbirine bir şeyler katıyor, ortada usta yok ama herkesin bildiği farklı şeyler var.
Ferhan abi herhangi bir şeyi birebir anlatmazdı. ‘’Şunu şöyle, bunu böyle yapın’’ demezdi. Başka tiyatrolarda da çalışınca şuna karar verdim‘’Ferhan abi bize neler öğretmiş, çaktırmadan.’’ bu da ayrı bir ustalık yani.
Ben aynı yorumu Tarık Papuççuoğlu’ndan da duydum, Ferhan Şensoy için.
Demek ki haklıyız.
Ortaoyuncular’da kadroya dahil olmak için eskiden Nöbetçi Tiyatro vardı. Şu anda nasıl ilerliyor?
Nöbetçi Tiyatro Ferhan Şensoy’dan sonra olmadı maalesef. Zaten kendisi de bir dönem dondurmuştu.
Şu anki ekip Ferhan Şensoy’un vefatından önce mi dahil oldu?
Bu ekip senelerce Ferhan Şensoy ile oynamış bir ekiptir. 2002’de ‘’Kahraman Osman’’ adlı oyunda oynadım. Daha sonra 19 yıl kadar Ortaoyuncular’da değildim. Başka tiyatrolar da çalıştım. Ferhan abi başka oyunlar için de çağırdı beni ama maalesef gelemedim. Hep burnumun direği sızladı, ustam beni çağırıyor ve gidemiyorum. En sonunda ‘’Şahları da Vururlar’’a çağırdı ama keşke bu oyuna dahil olmasaydım diyorum.
Neden peki?
Çünkü Levent Ünsal ve Pınar Ünsal oynayacaktı. Keşke onlar oynasaydı da ben izleyebilseydim. O duygudayım açıkçası.
Bu kadar iç içe ve aile gibi olmuş tiyatroların en büyük problemi de ‘’ölüm’’ gerçeği oluyor.
Bazen tiyatrodaki arkadaşlarınızı ailenizden fazla görüyorsunuz. Bizim çalıştığımız yıllar bugünün koşulları gibi değildi. Pazartesi hariç her gün oyunumuz vardı. Bazen pazartesi günleri turnemiz olurdu. Bir gün Şan Tiyatrosu’nda bizim oyun oynuyordu, Muzur Müzikal. Sonra yaktılar Şan Tiyatrosu’nu. Niyazi amcayı orada kaybettik maalesef. Öyle korkunç bir şey yaşadık. Yine bir hafta sonu saat üç buçukta ‘’İçinden Tramvay Geçen Şarkı’’ oyununu sahneliyorduk, altı buçukta ikincisini ve ardından ‘’Muzur Müzikal’’ oyununu sahneliyordum. Bir günde üç oyun, çok zor ama bereketli yıllardı.
Şu an için tiyatro yapmak daha zor bir hal aldı değil mi?
Burada bir salon var ve bu salonun masrafı da var, ama hiç salonu olmayan bir çok arkadaşımız var. Salon kiraları korkunç rakamlara ulaştı. O salonu doldurmak için çok zorluk çekiyorlar, doldursalar bile istenilen paralar çok uçuk bir boyutta. O paraları ödemekte çok zorluk yaşıyorlar. Yani giderek daha da zorlaştı bazı şeyler.
Varsayalım İsmail, Avrupa Yakası ve beraberinde çeşitli dizilerde rol aldınız. Tiyatrodan daha farklı bir alanda yer almak size nasıl bir deneyim kazandırdı? Sahnede mi yoksa ekranda mı kendinizi daha iyi ifade ediyorsunuz?
Şunu söylemek istiyorum, ben kamera önüne de Ferhan abi sayesinde başladım. Daha önce öyle bir deneyimim yoktu. ‘’Köşe Dönücü’’ de küçük roller oynuyordum. Dizi çok sükse yaptı, TRT’nin tek kanal olduğu dönemlerden bahsediyorum. Rasim oynadığı gece meşhur oldu, sabahleyin sokakta yürüyemez hale geldi çünkü bütün Türkiye aynı ekranı izliyordu. Sonra TRT2 açıldı. Varsayalım İsmail oranın ilk dizilerindendir. Tabi kamera önünde tiyatrodaki gibi oynayamazsınız. Onu da Ferhan abi sayesinde öğrendim. Zaman içerisinde farklı dizilerde oynama şansım oldu.
Nerede başarılı olduğumu ben söyleyemem, onu seyirci bilir. Aslında her ikisinin de farklı zorlukları var. Bana göre tiyatro en zoru çünkü canlı bir performanstır. Dizi, teknik olarak kurgu bakımından daha farklıdır ama bu kolay olduğunu göstermez. Tiyatro en zoru ve en keyiflisidir.
Ekran karşısında ya sahneyi baştan alıyorlar ya da ya da kurgusunu daha farklı bir şekilde yapıyorlar ama tiyatroda böyle bir şey söz konusu değil.
Fakat tiyatro kalıcı olmuyor ama Ferhan abi sayesinde kalıcı oluyor. Kendisi çok titiz, düzenli ve arşive önem verdiği için yazdığı eserleri videoya çekti. Birçoğu da hala arşivde tutulur. Ortaoyuncular’ın YouTube kanalında ücretsiz bir şekilde izleyiciye sunuluyor.
Bugünkü tiyatro öğrencilerinin bunları görmemiş olması ya da yararlanamıyor olması çok içler acısı ama muhakkak günümüz tiyatrosunun da güzel tarafları vardır.
Olmaz mı? O kadar iyi genç oyuncularımız var ki küçücük salonlarda müthiş işler başarıyorlar. Dizilerden kazandıkları paraları o küçücük salonlara, apartman dairelerine veriyorlar. Buna saygı duymayıp ne yapacağız? O da ayrı bir süreç ve zorluk, yani ben yeni tiyatrocuları da çok seviyorum. Aralarında gerçekten hayranlıkla izlediklerim var.
Peki tiyatro sizin için geliştirilebilir bir şey mi yoksa doğuştan bir şeylerin olması gerekiyor mu?
Tiyatro tıpkı diğer işler gibi öğrenilebilen bir iştir. Herkes öğrenebilir, yapabilir ama bir süre sonra ‘’yetenek’’ diye bir bela ile karşılaşırsınız. Ben ‘’yetenekliyim’’ deyip çalışmazsanız, eskilerin deyimiyle ‘’oldum’’ derseniz, olmuş olarak ağacın dibine düşer ve çürürsünüz. Onun için düşüncelerim bu şekilde.
6 Ekim’de 42 yıl sonra Şahları da Vururlar oyunu ile ikinci sezonun açılışını yaptınız. Bu eserin Ortaoyuncular için önemi nedir? Sezon açılışında seyirciden nasıl bir dönüş aldınız?
İlk sezonumuzu 11 Kasım’da Tiyatro Festivali’nde Işıl Kasapoğlu’nun küratörlüğünde açtık. Kendisi Semaver Kumpanya’dan Volkan Sarıöz’ü getirdi, bizi o yönetti. Çok genç bir yönetmendi. Biz bir şeyler yaptık ama burada yönetmenin de başarısı var. Şahları da Vururlar’ın özünü bozmadan farklı bir biçime getirdi. Volkan Sarıöz’ün burada büyük bir katkısı var.
Fakat oyunu izlediğimizde birkaç yerinde küçük değişiklikler yapılmış gibiydi.
Ferhan abi de daha önce bazı kısımlarını kısaltmıştı. Zannediyorum 3 saate yakın sürüyor, o kadar uzun bir süreyi bugün seyirciye izletmek çok zor. Artık 90 dakikalık oyunlar çok yapılıyor. Bir oyunun 2 saat 15 dakika olduğunu duyunca maalesef çok uzun olduğunu belirtiyorlar. Özüne dokunulmadan bir şeyler kurgulandı diyebilirim. Dramaturgluğunu da eski oyuncularımızdan Yavuz Pekman yaptı. Biz de onların direktifinde ortaya bir şeyler çıkartmaya çalıştık. İyi de çıktı bence…
İstanbul Elektrik İdaresi’nde başlayan yolculuğunuzu tiyatro sahnesinde devam ettirdiniz. Yapmış olduğunuz bu yolculuk doğrultusunda okurlarımıza ve genç yeteneklere verebileceğiniz tavsiyeler var mı?
Bugün tiyatronun koşulları daha zor, bizim zamanımızda da zordu. Herkesin farklı zorlukları vardır. Bugün konservatuarı bitirmiş bir öğrenci Devlet Tiyatrosu’nda yer bulamazsa, ki çoğu kez bulamıyor, özel tiyatrolarda da kendini kabul ettirmesi kolay değil. Bu anlamda tiyatro ile hayatını geçindirmek neredeyse imkânsız. Benimki öyle oldu, önce şehir ve çocuk tiyatroları daha sonra elektrik idaresi ardından tiyatro… Ama bu süreç hiç kolay ilerlemedi. Oyun oynayabilmek için resmi bir daireden izin almanın zorluğunu tahmin edemezsiniz. Hatta Ferhan abi ‘’Celal, Hayrola Karyola ile 15 gün girdik İzmir turnesine’’ dedi, ben 15 günlük iznimi turnede kullanmıştım. ‘’Bir 15 gün daha turneye gireceğiz’’ dedi, ‘’Abi kovulurum, nasıl gideceğiz?’’ dedim. Sağ olsunlar kadın şeflerim vardı, onların hakkını ödeyemem. Elektrik İdaresi’ndeki müdürlerim de çok kolaylık sağlamışlardır. Bu şekilde oyunculuğa daha çok konsantre oldum. Çok sevdiğiniz bir işi imkansızlıklara rağmen başarabiliyorsunuz.
Kasım Ayı Seansları – Ses 1885
11 Kasım Cumartesi, 20.00
12 Kasım Pazar, 18.00
17 Kasım Cuma, 20.00
18 Kasım Cumartesi, 20.00
24 Kasım Cuma, 20.00
26 Kasım Pazar, 18.00