Barışmak
Yazı: Nisan Kapucu
Her insanın hayatının en azından bir döneminde ‘’barışma’’ kavramı üzerine biraz kafa yorduğuna inanmak istiyorum. Her ne kadar sağlıklı olduğu konuşulsa da sürecinin zor, yıpratıcı ve sorgulatıcı olduğundan pek bahsedilmiyor. Hatta bunun için atılan adımlar her zaman beklenilen sonucu vermeyebiliyor, hayal kırıklığı yaşatıyor. İşte o zaman da tüm bu sorgulanan ilişki ve sürecin getirdiği yıpranma hissi bünyede kalmaya ve sizi geri kalan hayatınızın her anında peşinizden kovalamaya başlıyor. Bütün bu yorucu süreci bir insana emek vermekle açıklasa da başkaları, emek böyle durumlarda yalnızca güzellikleri karşınıza çıkardığında anlamına inanılan bir kavram. Bu biraz da insanoğlunun kör gözünden yani hayatın getirdiği güzelliklerle sarhoş olup kötülükleri gerçek dışı görmesinden de olabilir. Çünkü affetmek, barışmak, kabullenmek gibi kavramlar insan ilişkilerinde her zaman iki insan arasında bir milat olarak kabul edilir; onun getirilerinden de devam edilir iletişime. Eğer ki iyi bir sonuç vermezse yine bir milattır sonrası; barışmak isteyen için aşılması gereken olumsuz, reddeden içinse belki de ilk kez hayır diyebildiğinden dolayı ise olumlu bir serüvendir. Hayır demeyi başaran; tüm geçmişindeki boyun eğmeleri, dolan gözlerini sakladığı anları hatırlayıp kendisiyle gurur duyar. Çünkü zordur af dileyeni geri çevirmek hele de onun neler hissettiğini anlayabiliyorken.
Yine de işte hayat bu; birinin mutlu sonu birisi için kötü bir haber oluyor. Hayal kırıklıkları ve beklenmedik sürprizler olabiliyor bazen insan ilişkilerinde. Böylece bir insana tekrar emek harcamaktan soğuyor ve zamanla kendinden başkasını kabul edemeyecek denli yalnızlaşıyor kişi. Hal böyle olunca da tüm odak öze dönüyor, hırçınlaşılıyor. Yaşanmadık en büyük kavgalar iç dünyada dönüyor. Sanki kurşun geçirmez camdan yapılmışız gibi asla düşünmüyoruz kendimize yakıştırdığımız bu lafların ağırlığını. Ve oysa kaçırıyoruz kavganın sebebinin kim veya ne olduğunu; sözlerimizi asıl hedefine ulaştırmak zor geldiğindense bizi asla terk etmeyecek birini tercih ediyoruz. Hele ki en dobra ve acımasız olduğumuz kişinin kendimiz olduğunu düşünürsek asıl hedefe söyleneceklerden daha da kırıcı oluyoruz. Eleştiren de savunan da aynı kişi olunca doğal olarak bitmez tükenmez bir döngü yaşanıyor haliyle. Fakat insanın özüyle kavgası ne kadar zorsa bunu fark edip bir son vermek istemesi hepsinden katbekat daha yıpratıcı sanıyorum. Yine de tüm bu zorluğa rağmen yansımalarda gördüğünüz ve hiçbir zaman uzaklaşmayan bir düşmandan kurtulmak başardığınız takdirde tarifsiz bir gurur. Oysa olay çok basit; başkalarına kıyamayıp uyguladığımız sansürleri ve ince düşünceyi aslında en çok değer verip korumamız gerekene göstersek bu kendimizle olan affetme faslı sona erecek, hiç başlamayacak hatta.
Barışmak hakkında insanın bir dönem kendi kendini sorgulamasının nedeni de aslında tam olarak bir şeyleri affedememekten doğuyor. Kendinizi, çevrenizi, yaşadıklarınızı ve yaşatılanları düşündükçe insan kabullenmenin doğru mu veya yanlış mı olduğunu soruyor; çoğu zaman da cevap bulamıyor.
Aynadaki ile tartışmanın sebebi söylenmek istenenlerin hak edene söylenememesi aslında. Ve eğer o kişi toplumsal normlarca sevmemizin beklendiği kişilerden birisiyse çözüme kavuşması göründüğünden daha da meşakkatli. İşte o kıyamadığımız insanlar, ince düşünerek hareket ettiğimiz fakat hiçbirinin farkına varmayanlar… Bir başkasına derdinizi açsanız açıklanmaz, anlaşılmaz; hoş görülmez, dışlarlar. İşte aynadaki gözle savaşınız da asıl o zaman başlar. Neden affedemediğinizi sorgular, onu affetmekten öte kabul etmeniz gerektiğini hatırlar; bir iki fotoğrafa bakar, onun sesini duyarak rahatlatırsınız kendinizi. Dışlayarak ve anlamayarak ne kadar da haklı olduklarını tekrar edersiniz. Yanlış olan sizsinizdir muhakkak, bunca insan yanlış düşünüyor olamazdır çünkü. Her şeyi sil baştan yapmaya karar vererek yatağınıza yatarsınız. Ama uyumak için gözünüzü ilk kapatışınızda zihninizde canlanan sahne yine engel olur. Uykunuz kaçar, yine bir saat önceki öfkeniz süregelir. Fotoğraflara baktığınızda aslında o anlarda mutlu olmadığınızı; aradığınızda ise sohbet etmeyip yalnızca sorusuz, uzun bir monolog dinlediğinizi fark eder tüm gecenizi yıllardır sizi bitiren bir savaşa sürüklersiniz. Bu sizin elinizde değildir, bilirsiniz ama hiçbir şey yapamıyor olmak sizi iyileştirmez. Başkasına açarsınız derdinizi, aldığınız cevap aynıdır. Evet, o sizin en yakınınızdır; bu yüzden mi gözünüzün yaşına bakmadan yakıyordur canınızı? Yine de kavga edemezsiniz onunla çünkü değişemeyeceğini anladığınızdan siz değişmişsinizdir çoktan. Eskisinden bile iyi ve ılımlı davranır, her şeyine kafa sallarsınız. Bu kez sizi asıl inceten hedefi affetmiş fakat affettiğiniz içinse artık kendinizle kavgalısınızdır.
Büyürken kavganızı çözüme kavuşturmak imkansız gözükse de bir zaman sonra artık anlaşılmak yerine anlamayı denediğinizde bir şeyleri sorgulamak çok daha kolaylaşır. Bu defa onun kavgalarını anlar, kavganıza bundan sonra onunla veya kendinizle değil, onun iç dünyasında affedemedikleriyle devam edersiniz.