Aslı Sarp Işman: Bu dergide gördüğünüz her şey Türkiye’de var.
Aslı Sarp Işman ile gazetecilik kariyeri ve dergi sektörü üzerine konuştuk. Kendisine samimi tavrı ve güzel sohbetimiz için teşekkür ederiz…
Sanat Tarihi alanında eğitim alırken, medya sektörüne adım atmaya karar vermenizin ardında hangi motivasyonlar yatıyordu?
Her şey tesadüfi bir şekilde gelişti. Aldığım eğitim sosyal bilimler olduğu için yapabileceklerimin sınırı o zamanlar için çok geniş değildi. Ailemde aktif gazetecilik yapan ablam ve eniştemin katkısıyla üniversiteden mezun olur olmaz Hürriyet Dergi Grubu’nda Tempo Dergisi’nde muhabir olarak işe başladım. İstekli ve meraklı olmak dışında bir motivasyonum yoktu.
Tempo Dergisi’nde muhabir olarak çalışmaya başlamak sizin için nasıl bir deneyimdi? Gazetecilikle ilgili en büyük deneyimi muhabirlik deneyiminde elde ettiğinizi düşünüyor musunuz?
Tempo Dergisi o dönemlerde ben farkında olmasam da bir doktora programı gibiydi. Şimdi düşünüyorum da ne kadar nitelikli gazeteciler 7/24 bir arada düşünüyor, üretiyor ve birbirinden öğreniyordu. İsimlerini saymamak haksızlık olur. Genel Yayın Yönetmenim bir yazar olarak hayranlık duyduğum ve bugün hala yaptıklarını ilgi ile izlediğim Kürşat Başar’dı. ‘Türkiye’nin En İyi Hastaneleri’ başlıklı ilk haberimi Nevin Sungur ile birlikte imzaladım. Ali Bayramoğlu, İsmet Berkan, Muhittin Sirer, Savaş Ay, Mine Söğüt, Reyan Tuvi, Somnur Vardar, Kurthan Fişek, Lütfi Tınç, Ayşe Arman, Leyla ipekçi, Yeşim Denizel müdürlerim ve çalışma arkadaşlarımdı. Yıllar içinde gördüm ki işin en heyecan verici, merak uyandırıcı ve tatmin edici kısmı gazeteciliğin özü yani muhabirlikti.
Yeni Yüzyıl Gazetesi’nin ilk yayınına katkıda bulunmak oldukça önemli bir iştir. O dönemdeki en büyük zorluklar nelerdi?
Sabah, Hürriyet gazetelerinin baskın egemenliğinde olan Türk basını için Yeni Yüzyıl tam anlamıyla yenilikçi bir hamleydi. Yine Sabah grubuna aitti ama yayın politikası günlük gazete anlayışından farklıydı. Aslında Yeni Yüzyıl 2000’li yılların başında slow journalism diye adlandırılan yavaş gazetecilik akımının öncüsüydü Türkiye’de. Yani hızlı,yavan, kolay üretilen ve tüketilen haberin değil, iyice düşünülmüş araştırılmış, başkalarını tarafından fark edilmeyen hikayelerin peşindeydi. Ana akım medyanın dinamikleri ile Yeni Yüzyıl’ın dinamikleri birbirine zıttı. 3.sayfa haberindeki bir cinayet burada kadına şiddet dosyası olarak ele alınırdı örneğin. Ben çok sevgili editörüm Türkiye’nin ilk internet editörü (yıl 1994, internet biz gazeteciler için bile çok yeni) Yurtsan Atakan ile gazetenin arka sayfasını hazırlayan ekibin bir parçasıydım. Popular Science, Popular Mechanics dergilerinde yayınlanan bilim içerikli haberlerden insan hikâyelerine uzanan geniş bir perspektifimiz vardı. Bir anlamda dergi gibiydi sayfamız, niş ve gözden kaçmış her şeye odaklanıyorduk. Bu anlattıklarımdan hareketle en büyük zorluk kalıpları yıkmak ve gazete okuyucusu alışkanlıklarını dönüştürmekti.
Sabah Dergi Grubu’na katıldığınızda Home Art & Dekorasyon dergisi için nasıl bir vizyon geliştirdiniz?
Home Art dergisinde küçücük bir ekiple güzel bir işe imza attık. Türk dergicilik sektörünün duayeni Ercan Arıklı’nın liderliğinde Türkiye’nin ilk copyright olmayan life style/yaşam stili içerikli dekorasyon dergisini hazırladık. Emekleme dönemimizde yabancı dergilerin içeriklerinden sıklıkla faydalanırken sonra özümüzü bulduk tüm içeriğimizi küçük ekibimizle kendimiz üretmeye başladık. Rahmetli patronum Ercan Arıklı’nın o dönem gelip bana sorduğu bir soru aslında derginin manifestosunu yazmamıza sebep oldu. “Senin piyasadaki rakiplerinden farkın ne?” sorusuna verdiğim “Bu dergide gördüğünüz her şey Türkiye’de var” cevabı yaklaşık 29 yıl boyunca logomuzun üstünde yer aldı. Bugün sosyal medyada görüp takip ettiğimiz influencerların her birinin yarattığı etkinin toplamını bir aylık içeriğimize yayarak kolay ulaşılan ve yeni fikirler edinilen iyi bir bilgi ve ilham kaynağı olarak okuyucu tarafından kucaklandık.
Yazı işleri müdürü olarak çalışırken, dergi içeriklerini hazırlama sürecinde en çok önem verdiğiniz noktalar nelerdi?Bu detay olmazsa olmaz diyerek sürekli üzerinde durduğunuz ana bir nokta var mıydı?
Ekip ruhu. O olmadan asla olmazdı. Birbirini dinleyen, anlayan, birbirinden öğrenen, çalışkan bir ekiptik. Uzun yıllar birlikte çalıştık. 28 yıl boyunca derginin kreatif direktörlüğünü yapan ve dergiye damgasını vuran Behice Basım ekibimizin olmazsa olmazıydı. Yukarıda da anlattığım gibi, her içeriğimizi kendimiz üretiyorduk. Bir öğretmen gibi görmedik kendimizi, okuyucumuz bizden biz onlardan ilham aldık. Samimiyet, şeffaflık, kalite ve estetik anahtar kelimelerimizdi. İçerik politikamız da bu değerler ışığında çerçevesini belirledi. Önceliğimiz evine ve yaşamına renk katmak isteyen herkese ulaşıp ilham vermekti.
Dergi sektöründe çalışan bir profesyonel olarak, dijitalleşmenin ve internetin dergi dünyasını nasıl dönüştürdüğünü gözlemlediniz?
Bu öyle bir soru ki üzerine makaleler yazılır… Yazılıyor da… Dijitalleşmenin en büyük artısı sadece medyada değil eğitimde, sağlıkta daha çok insana ulaşmak ve eşitlik olarak görülebilir. Dergi dünyası niş haberciliğin yapıldığı bir dünya ve tam anlamıyla yavaş gazetecilikle bağdaşıyor. Ama hayatımıza sosyal medya girdi. Herkes kendini istediği alanda, istediği gibi ifade etme özgürlüğü buldu. Yavaşlamamız gerekirken hızlandık. Oyun hem reklam veren hem medya patronları hem okuyucu için baştan yazıldı. Artan kağıt ve baskı maliyetleri dijital dünyayı patronlar için daha tercih edilir kıldı. Burada denklemi değiştiren diğer önemli parametre kanımca ölçülebilirlik oldu. Kim, neyi ne zaman ve nasıl okuyor? Eskiden bunun için tüm medya patronları bir araya gelerek pazar araştırma şirketlerine yüklü paralar vererek, çok sorulu anketler yapılırdı. Hedef kitleni bilmen ve tanımlanan tüm reklam ve pazarlama faaliyetlerinin temelini oluşturuyor çünkü. Burada sosyal medyayı kötülemek gibi bir hataya düşmeyeceğim. O kadar çok kaliteli içerik üreten insan var ki büyük haksızlık olur. Yapmamız gereken işimize yarayanları yüceltmek ve hak etmeyene hiçbir şekilde prim vermemek ve birbirimizden beslenmek olmalı. Bir de unutmayalım ki dokunarak, kağıdı hissederek uzun uzun okumayı sevenler hala aramızdalar.
Medya dünyasında birçok farklı disiplinle çalıştınız. Sanat ve dekorasyon gibi estetik açıdan zengin alanlar hakkında yazarken Sanat ve dekorasyonun birleşiminden nasıl bir harmoni çıkarıyorsunuz?
Yaratıcılık ve estetik yaşamın özünde, içinde olan kavramlar. Sanat bu iki duyguyu besleyip dallandırıp budaklandıracağımız bir disiplin. İçine biraz da merak duygusu eklerseniz ortaya yaşamın her alanında size rehberlik edecek bir gusto çıkar. Dergicilik bu gustoyu kazanabileceğiniz en güzel sektör. Dekorasyondan modaya, otomobilden gastronomiye, bebek bakımından bahçeciliğe, bilgisayarlardan ekonomiye her şey ilgi alanınızda…
Dekorasyon trendlerinin sosyo-kültürel değişimlerle nasıl paralel bir gelişim gösterdiğini anlatabilir misiniz?
Trendleri belirleyen koskoca bir sektör var. Form, malzeme ve fonksiyonun birleşerek yarattığı tasarım evreni tam anlamıyla baş döndürücü. Her yıl kreatif ajanslar toplanarak Paris, Milano ve Frankfurt’ta gerçekleşen büyük dekorasyon faurları öncesi bu trendleri belirlerler. Bu yıl Milano’da 62.si gerçekleşen Salone del Mobile fuarında, toplulukları ve bireyleri öncelikli kılarak, daha insan odaklı ve kapsayıcı bir kültürün geliştirilmesine vurgu yapıldı. Farklı kültür ve coğrafyalarda disiplinler arası diyaloğun gerekliliği üzerinde durdu. Fuarın anahtar kelimesi “evrim”di. Bu kadar yenilikçi yaklaşım arasında evrim geçirmemek, değişip dönüşmemek ne mümkün zaten! Zanaatın yani asıl değerli olan el becerisinin dijital teknolojilerle harmanlandığı tasarımları görmek heyecan vericiydi. Umut verici olansa çevre bilinci ve sürdürülebilir yaklaşımların markaların kimliklerinin bir parçası haline geldiğini görmek ve bu konuda ortaya koyulan kolektif akıldı.
Gelecek planlarınız nelerdir? Şu anda üzerinde çalıştığınız projeler var mı? Medya ve sanat dünyasında görmek istediğiniz değişimlere dair ne tür bir vizyonunuz var?
30 yıllık bir kurumsal hayat sonrası kendimle başbaşa kalmayı planladığım güzel zamanlarım var; gelecekte ve şimdi. Bol seyahat ederek ve kitap okuyarak kendimi beslemeyi hedefliyorum. Sinema üzerine seminerlere katılıyorum. Benim neşe kaynağım sinema. Öğrendim sandıklarımı aktarabileceğim sizin gibi harika gençlerle çalışmak da hayallerim arasında.
Medya ve dekorasyon, sanat gibi yaratıcı alanlarda kariyer yapmak isteyen gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz? Özellikle başlangıç aşamasında dikkat etmeleri gereken en önemli noktalar neler?
Gençlere tek tavsiyem, merak etsinler ve peşinden gitsinler. Deneyime saygı duyarken kimsenin kimseden üstün olmadığını hatırlayarak cesurca hareket etsinler. Sergileri gezsinler, müzelere gitsinler, yaşadıkları şehri keşfetsinler… Okusunlar, izlesinler, tatsınlar… Cevaplarını bilmedikleri o güzel soruları sormaktan usanmasınlar.
Son olarak, kariyerinizdeki en değerli öğrenim ve deneyimlerden biri olarak, hayatınıza ve işinize nasıl yön verdiniz?
Özel hayat ve kariyer arasında seçim yapmak zorunda bırakılmamalı hiç kimse. Dergicilik ve televizyon dünyasında kült bir isim olan Martha Stewart’a da belgeselinde bu soruyu soruyorlar. Amerika’nın servetini kendi kazanan tek kadın milyarderi olarak buruk bir iç çekişle ‘Bilmiyorum’ diyor. Hüzünlü bir sahne bence. Milyonlarca insanın hayatına dokunurken kendini özel hayatını pas geçmek, iç dünyana dokunamamak. Hiçbir şey sonsuz değil, yaşanıyor ve bitiyor. Bu nedenle yaşarken tadına varabilmemiz için bu ikisi arasında sihirli bir denge tutturmak lazım. Hayat biraz da akarken şekilleniyor.